Aşk aslında nedir?

Posted by

İşte geldik yılın en sıcak, en kırmızı, en romantik haftasına!

Aziz Valentine’nin uğruna canına verdiği, sevenler kavuşsun diye kendini feda ettiği?aşk’ın kutlamasına!

Yüzyıllardır üzerine şiirler yazılan, ağıtlar yakılan, ilmek ilmek işlenen, şarkılar bestelenen, sadece 3 harften oluşan en uzun kelime Aşk!

Dünyanın en özel, en derin, en gizemli duygusu aşk! Yaşanması gereken en heyecanlı his, Allah’ın şanslı kullarına verdiği hediye! Herkes bir şekilde yaşıyor aşkı ya da yaşadığını sanıyor. Bazı aşklar bitiyor bazıları ömür boyu sürüyor. Hepsinin sonunda geriye, muazzam bir his olduğunu hatırlamak kalıyor!

Her yaşta başka yaşanıyor aşk! 20’lerinde deli dolu, hormonlar tavan! 30’larda feleğin şaşmış, endazen kaymış! Sakin, huzurlu zamanlar 40’lardaymış, yanındaki sadece sevgilin değil yol arkadaşınmış! 50’ler, nadasa bırakılmış yüreğin hasat zamanı; beden yorgun olsa da kalp tecrübeleriyle çok daha akıllı! 60’lar diyeceğim, siz de ‘60’larda ne aşkı’ deyip güleceksiniz. Oysa o yaşlarda aşk, kök sarmaşık gibi dolanmış, filiz vermiştir başakları! Aşkın en huzurlusu yaşanacaktır, düşünmezlerse ne diyecek diye başkaları! Birbirine bakmak değil aynı yöne bakmaktır aşk ve bunu yaşayanlar bence evrenin en şanslıları!

Zaman geçip yaş ilerleyip duygular da demlenince, ne istediğini değil belki ama ne istemediğini anlıyorsun. Ne için nelerden vazgeçebileceğini görüyorsun. Aşka dair yüzlerce yazı yazmış biri olarak bu kez aşkın başka bir yüzünden dem vurmak istiyorum. Aşkın, ‘fedakarlık’ denen karanlık yüzünü, emek denen dikenli yönünü anlatayım diyorum!

Ne Leyla ile Mecnun ne Ferhat ile Şirin, bu efsane aşkları bir geçin! Daha gerçek daha derin bir aşk bence onlarınki! Dünyanın en gerçek ve bence en romantik hikayesi, Prens Edward ile Wallis Simpson’un tarihe geçen aşk-ı kıyameti!

Kıyamet gibi bir aşk çünkü toz dumana karışıyor dünyada, dünyaya hükmeden İngiltere, derinden sarsılıyor!

Wallis Simpson, zengin bir ailede doğuyor, varlık içinde büyümesine rağmen babasının ölümüyle maddi sıkıntılar yaşamaya başlıyor! İlk evliliğini bir deniz subayı ile yapıyor ama eşi alkol bağımlısı olduğundan hemen boşanıyor. İkinci evliliğini yaptığı sırada, İngiltere’de veliaht olan Prens Edward ile tanışıyor!

Prens VIII. Edward, yakışıklılığı, zekâsı ve karizmasıyla değil sadece İngiliz kadınlarının, dünyada birçok  kadının hayran olduğu bir erkek! Prens Edward, çok da güzel olmamasına rağmen Wallis’i görür görmez  vuruluyor! Wallis’in zarafeti ve kültürü Prens Edward’ı fazlasıyla etkiliyor ve dillere destan aşkları da böyle başlıyor!

Wallis, 1936 yılında eşinden boşandığında aynı yıl Prens Edward da babasını kaybediyor ve VIII. Edward adıyla tahta çıkıyor. Ancak kraliyet ailesi, Wallis’in hem Amerikalı olmasından hem de iki evlilik yapmasından dolayı bu evliliğe onay vermiyor! Kral Edward bir tercih yapmak zorunda kalıyor ve  radyodan bir açıklama yaparak tüm ülkeye Wallis’e olan aşkını haykırıyor! Oldukça heyecanlı ve son derece kararlı bir ifadeyle deli gibi aşık olduğu Wallis Simpson ile evlenmek için tahttan vazgeçtiğini, görevini de kardeşine devrettiğini açıklıyor! Edward ve Wallis, Fransa’da Conde Şatosu’nda oldukça romantik bir düğünle dünya evine girerken Edward bu evlilikle birlikte tacını kaybediyor! Tüm dünyada yankı uyandıran bu aşk, monarşinin, kalıpların ve baskıların kurbanı olmuyor ve sınır tanımamış bir sevginin sembollü oluyor!

Velhasıl aşk hakkında yüzlerce yazı yazmış, aşkı yaşamış ve de yaşatmış biri olarak bana sorarsanız aşk nedir;

AŞK, bir insanın sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçebileceğidir!

SEVGİLİLER GÜNÜ’NÜZ KUTLU OLSUN!

…………………………………….*………………………………………… 

Dünyanın En Çok Öpülen Kadını Kim?

Aşk deyince çiçekler geliyor akla! Şiirler, hediyeler, mumlar, şarkılar!

Ve öpüşmek elbette! Öpüşmek, aşkın mührü, kifayetsiz kalan kelimelerin dışa dökümü!

Peki en çok kim öpülmüş sizce, kim miş dünyanın en çok öpülen kadını?

Yıl 1930! Sabahın erken saatlerinde Paris’teki Sein Nehri’nin kıyısına vurmuş genç bir kız cesedi bulunmuş. Cesette kimlik yokmuş ve yapılan otopside kızın 16-17 yaşlarında olduğu ve intihar ettiği anlaşılmış! Otopsi sonrası morgdaki doktor, kızın pürüzsüz cildinden ve huzurlu tebessümden çok etkilenerek, yüzünün balmumundan bir kalıbını almış. Ardından Sein ismi verilen kimliği meçhul kız, Paris’teki kimsesizler mezarlığına defnedilmiş.

Aldığı yüz kalıbını evinin salonuna asan doktoru ziyarete gelen yakınları ve arkadaşları, kızın yüzündeki ifadeden çok etkilenmişler. Tuhaf bir huzur ve kaybolmuş mutluluğu nihayet bulmuş birinin ifadesine benzeyen yüzdeki ifade, Paris’te dilden dile konuşulmaya başlamış. Kızın yüzündeki bu derin ifade,  oyuncak üreticisi Asmund Laerdal’ın kulağına da gitmiş ve Laerdal 1940 yılında kızın yüzünün PVC’den kopyalarını üretmiş, bazı oyuncaklarda kullanmış. İsmini ‘Annie’ koyduğu ve kızın yüz kalıbına sahip olan oyuncak bir bebek, o yıl Avrupa’da en çok satan oyuncak olmuş!

Aradan yaklaşık 20 yıl geçmiş ve tarih 1958 yılını gösterirken Amerikalı Dr. Peter Safar, ağızdan yapılan suni teneffüsü keşfetmiş ve bunun eğitimi için kullanmak üzere, oyuncak üreticisi Laerdal’dan 500 adet gerçek insan boyutlarında ödül kazanan o Annie bebeğinden sipariş etmiş!

Bundan sonra da zamanla tüm dünyada suni teneffüs eğitimleri için aynı model cansız mankenler kullanılmaya başlamış ve hepsinin yüzü de tahmin ettiğiniz gibi o Parisli kimsesiz kız Sein’in yüzüymüş!

Bir nehirde hayata veda eden Sein’in hayata kırgın vedasının buruk tebessümlü dudaklarında, bugün yüzbinlerce insanın hayatını kurtaran öpücük saklı!

İki kişiyle başlar öpüşmek, tek kişiyle devam eder! Hayatı dudaklarda yaşamak, dudakların ucuyla ruhu tatmaktır! Aşkın nakaratıdır öpüşmek, en güzel sihirlerin başlangıç noktasıdır! Gözlerini kapatıp gönül gözünü açmaktır sevdaya! Öpüşmek, dudağın dudağa değmesidir diyenler, bazen ‘herşeye değen’ olduğunu ne yazık ki bilmezler!

İki dudak arasındaki en kısa kısa mesafe, sevgiye dair en hadise!

Sadece dudaklarla sınırlı olmayandır öpüşmek, ruhların dansıdır!

Bilmeyen, yaşamayanın vay haline! 

…………………………………….*………………………………. 

Coviling

Hayat hızla akıyor, kalıplar yıkılıyor, sistemler değişiyor!

Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu, zannımca herkes anlamaya başlıyor!

Yıllardır süren değerler, sorgulamadan yerine getirilen gelenek- görenekler evrimleşiyor, alışılagelmiş yapılar format değiştiriyor!

Tam da bu sırada karşılaştım Coviling ile! Paylaşayım hadi sizinle de;

Son zamanlarda Avrupa ve Amerika’da popüler olan yaşam biçimi Coliving!

Çalışma biçiminin yaşam biçimi olarak benimsenmesiymiş bu yeni müşerref olduğumuz kavram! Yeni çağın dinamiklerinin zorunlu kıldığı bir sistem diyorlar kendisi için!

Pandemiyle tanıştığımız sonrasında da iyice alıştığımız ‘online’ yani evden çalışma sistemine postmodern bir yaklaşım diyorum ben Coviling meselesine!

Malum hayatın zorlaşması, ekonomik darlık ve imkansızlıklar, hayatta kalmak, hayata tutunmak, yaşamak için yeni yöntemler geliştirmek gerekiyor. Çünkü mevcut sistemler artık pek de işe yaramıyor.

Günümüz hayat şartlarında tek başına yaşarken elde edilemeyecek rahatlık ve  konforu, ev arkadaşlığına benzer şekilde ortak kullanım alanları ile getiren ancak kişisel alanları da ev arkadaşlığında olmayan öncelik/sonralık mantığına göre değil, eşit şekilde oluşturan yaşama şekli Coviling!

Bu sistemin hedef kitlesi Y kuşağı, bir de şimdilerin Z kuşağı elbet! ‘Young Urbaners’ denen çalışan kesimdekiler, farklı eğitimler görmüş, dünya kültürüne meraklı, hayatı seyrederek değil dokunarak yaşayan, parasını sabit varlıklara, eve- giysiye- arabaya değil gezip görmeye, deneyim yaşamaya harcayan/ harcamak isteyen umut dolu gençler ve kendini genç hissedenler!

Otel desen otel değil, ev desen ev değil, ikisinin karışımı bir şey işte! Büyük metropollerin merkezinde, evlerin çok pahalı, ev bulmanın da sıkıntılı olduğu bölgelerde, ‘Al bavulunu gel, başka da bir şey düşünme!’ konseptiyle ortaya çıkan çok yeni bir müessese!

Kulağa hoş gelse de bana pek uygun değil! Evim olsun benim, başımda damım, paylaşmayayım tanımadığım kimseyle! Oysa bakınca mantıklı da sanki ben yaşlandım mı ne!

……………………………*…………………………….

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Gururu: Spor alanından geldi, hemcinsimin başarısı olması beni daha da gururlandırdı! Bulgaristan’da düzenlenen Avrupa Halter Şampiyonası’nın ilk gününde, milli haltercimiz Gamze Altun,  45 kiloda, silkmede 92 kilo kaldırarak Avrupa rekoru kırdı ve altın madalyanın sahibi oldu! Tuttuğunu koparan kadınlarımız var bizim, Atatürk’ün izindeki Tür kadınlarımız! Ağırlıkları da kaldırırız, dünyayı da yıkarız! 

Haftanın Kaybı: Çağdaş Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden Füruzan, 92 yaşında hayata veda etti! ilk kitabı ‘Parasız Yatılı’ ile 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Füruzan’ın hikayeleri, Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi dillere çevrilerek, dünyayı fethetti! Nurlarda, huzurla uyu Füruzan! 

Haftanın Hatası: Teknoloji devinin itibarını sarstı! İskoçya’nın başkenti Dünyanın en büyük teknoloji devlerinden ‘Google Maps’, İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da araç navigasyonunu şehrin merkezinde bir yolun ara sokağı olarak gözüken merdivenli bir sokağa araçları yönlendirdi. Araçlar merdiven basamaklarından aşağı giderek sıkıştılar ve mahsur kaldılar. Daha önce Amerika’da da kapalı bir köprüye yönlendiren navigasyon hatası yüzünden bir arabanın aşağı uçması, bu tür uygulamaların ne kadar güvenli olduğunu hususunu bir kez daha gündeme getirdi! Biz gene anam- babam usulü markete, esnafa, taksi durağına sormaya başlayacağız yolları gibi sanki! 

Haftanın Bahtsızı: Akıllara meşhur, bahtsız bedevinin çölde kutup ayısı ile karşılaşmasını getirdi(!) Endonezya’nın Bandung şehrinde oynanan futbol maçı sırasında sahadaki futbolculardan birinin üzerine yıldırım düştü! 34 yaşındaki oyuncu hayatını kaybetti! Havanın sıcak olmasına rağmen bulutların hızlı gelişiyle oluşan elektriğin yıldırıma dönüşmesiyle oluşan elim olay, Endonezya’yı yasa boğdu! Merhum sporcuya Allah’tan rahmet diliyorum! 

Haftanın Şifası: Henüz annesinin karnındayken, annesi ile arasında kan uyuşmazlığı ortaya çıkan ve bu yüzden de ölme ya da engelli doğma ihtimali bulunan küçük Mustafa, göbek kordonundan 5 kez yapılan kan nakliyle sağlıklı bir şekilde doğdu. Ülkemizde tıbbın geldiği nokta, sadece Mustafa’nın ailesini değil, hepimizi sevindirdi. İnşallah daha da ilerlesin tıp, kökleri kurun tüm hastalıkların, acıların!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir